Küçük Prens / Mazais Princis — w językach tureckim i łotewskim

Turecko-łotewska dwujęzyczna książka

Antoine de Saint-Exupéry

Küçük Prens

Antuāns de Sent-Ekziperī

Mazais Princis

Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisiyle.

LÉON WERTH IÇIN

LEONAM VERTAM

Bu kitabı, koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa’da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister.

Man jālūdz piedošana bērniem, ka šo grāmatu esmu veltījis pieaugušajam. Man gan ir nopietns aizbildinājums, proti, šis pieaugušais ir mans vislabākais draugs. Un vēl jāpiebilst, ka viņš saprot visu, pat bērnu grāmatas. Un, beidzot, viņš dzīvo Francijā, kur pašreiz valda bads un aukstums. Tādēļ viņam loti nepieciešams mierinājums.

Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum:

Ja visi šie aizbildinājumi tomēr nav pietiekami, tad es veltīšu šo grāmatu puisēnam, kāds reiz bija mans pieaugušais draugs. Visi pieaugušie reiz ir bijuši bērni (tikai ļoti nedaudzi no viņiem to atceras). Un tā es laboju savu veltījumu:

ÇOCUKLUK GÜNLERINDEKI LÉON WERTH IÇIN

LEONAM VERTAM, KAD VIŅŠ BIJA MAZS ZĒNS.

I

I

Altı yaşındayken bir gün, balta girmemiş ormanlar üstüne yazılmış “Yaşanmış Öyküler” adlı bir kitapta müthiş bir resim görmüştüm. Bir hayvanı yutmakta olan bir boa yılanını gösteriyordu. Resmin kopyası işte yukarıda.

Kad man bija seši gadi, reiz kādā grāmatā par mūžamežu, kura saucās “Patiesi stāsti”, ieraudzīju brīnišķīgu attēlu. Tur bija attēlota boa čūska, kas aprij meža zvēru. Lūk, kāds izskatījās zīmējums.

Kitapta şöyle deniyordu: “Boa yılanları avlarını çiğnemeden olduğu gibi yutuverirler. Sonra da yerlerinden kımıldayamaz, sindirimleri için gerekli altı ayı uyumakla geçirirler.”

Grāmatā bija rakstīts: “Boa čūskas savu laupījumu aprij veselu, to nesasmalcinot. Pēc tam tās vairs nevar kustēties un guļ veselus sešus mēnešus, kamēr laupījums sagremots.”

Orman serüvenleri üstüne derin derin düşünmeye başladım. Biraz uğraştıktan sonra ben de renkli bir kalemle ilk resmimi yapmayı başardım. Resim No. — 1. Aşağıdaki gibiydi:

Toreiz es daudz domāju par piedzīvojumiem džungļos un man arī izdevās ar krāsainu zīmuli uzmest manu pirmo zīmējumu. Zīmējums Nr. l. Tas bija apmēram šāds:

Yapıtımı büyüklere göstererek resimden korktular mı diye sordum.

Es paradīju savu mākslas darbu pieaugušajiem, un jautāju, vai tas viņiem iedveš bailes.

Dediler ki, “Şapkadan da korkulur mu hiç?”

Viņi man atbildēja: “Kādēļ lai cepure iedvestu bailes?”

Oysa ben şapka değil, bir fili sindirmekte olan bir boa yılanı çizmiştim. Büyükler anlayabilsin diye bu kez ikinci bir resimde boğa yılanının içini de çizdim. Büyüklere bir şeyi açıklamazsanız olmaz. Resim No. — 2 şöyle oldu:

Manā zīmējumā nebija attēlota cepure. Tur bija attēlota boa čūska, kas sagremo ziloni. Tad uzzīmēju boa čūskas vēderu šķērsgriezumā, lai lielie cilvēki varētu saprast. Viņiem arvien ir vajadzīgi paskaidrojumi. Mans zīmējums Nr.2 izskatījās šāds:

Büyükler boa yılanlarını içten ve dıştan gösteren resimleri bir yana bırakıp tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle ilgilenmemi öğütlediler. Böylelikle daha altı yaşımda, bana parlak bir gelecek sunan resim sanatından vazgeçtim.

Pieaugušie man deva padomu vairs nezīmēt uzšķērstas un veselas boa čūskas, bet labāk interesēties par ģeogrāfiju, vēsturi, rēķināšanu un gramatiku. Tā sešu gadu vecumā es atteicos no spožās gleznotāja karjeras.

Resim No. — 1 ve Resim No. — 2’nin uğradığı başarısızlık hevesimi kırmıştı. Büyükler hiçbir şeyi tek başlarına anlayamıyorlar, onlara durmadan açıklamalar yapmak da çocuklar için sıkıcı oluyor doğrusu.

Man atņēma drosmi mana pirmā un otrā zīmējuma neveiksme. Pieaugušie paši nekad neko nesaprot, bet bērni nogurst, mūžīgi viņiem kaut ko paskaidrodami.

Başka bir iş tutmalıydım, pilotluğa merak sardım. Dünyanın her yerinde biraz uçuş yaptım. Coğrafyanın da bana yararı olmadı değil.

Tā nu man bija jāizraugās cita profesija, un es iemācījos vadīt lidmašīnas. Esmu lidojis gandrīz vai pa visu pasauli. Ģeogrāfija patiešām man ir ļoti noderējusi.

Bir bakışta Çin midir, Arizona mıdır ayırt edebilirim. Gece yolunu şaşırınca bu konudaki bilgisi insana destek oluyor.

No pirmā acu uzmetiena es pratu atšķirt Ķīnu no Arizonas. Tas ir sevišķi derīgi, ja naktī esi nomaldījies.

Hayatım boyunca bir sürü önemli kişiyle bir sürü ilişkim oldu. Büyükler arasında bir sürü yıl geçirdim. Çok yakından tanıdım onları. Yine de ilk görüşlerim pek değişmedi.

Un tā man loti bieži bijis jāsaskaras ar daudziem nopietniem cilvēkiem. Esmu ilgi dzīvojis kopā ar pieaugušajiem. Esmu redzējis viņus pavisam tuvu. Un tomēr mans spriedums nav daudz ko uzlabojies.

Zekâsı azıcık parlak görünen birine rastladığımda yanımdan eksik etmediğim Resim No. — 1’i çıkarıyor, deneyimi uyguluyordum. Gerçekten kavrayışlı biri mi değil mi anlamaya çalışıyordum.

Ja sastapu kādu cilvēku, kas man šķita mazliet saprātīgāks, es eksperimentēju ar viņu, rādot savu pirmo zīmējumu, ko vēl arvien esmu saglabājis. Man gribējās zināt, vai šis cilvēks tiešām ir saprātīgs.

Ama hepsinin verdiği karşılık birdi: “Şapka.”

Bet viņš man vienmēr atbildēja: “Tā ir cepure.”

Tabii ben de artık onlara ne boa yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan söz açıyordum. Onların düzeyine iniyordum. Briç, diyordum, golf, politika, kıravat mıravat. Onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı.

Tad es nerunāju ar viņu nedz par boa čūskām, nedz par mūžamežiem, nedz par zvaigznēm. Es pielāgojos viņa izpratnei. Es runāju ar viņu par bridžu, par golfu, par politiku, par kravatēm. Un šī persona bija ļoti apmierināta, ka iepazinusies ar tik prātīgu cilvēku.

II

II

İşte böyle, altı yıl önce, Büyük Çöl üstünde uçağım kazaya uğrayana kadar, içimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım.

Tā es dzīvoju viens pats, un līdz katastrofai Sahāras tuksnesī pirms sešiem gadiem man patiešām nebija neviena, ar ko parunāties.

Motorumun bir parçası kırılmıştı. Uçakta ne makinist ne de yolcu bulunduğundan bu güç onarım işinin üstesinden tek başıma gelmeye hazırlandım.

Manas lidmašīnas motorā kaut kas bija salūzis. Un, tā kā man nebija līdzi ne mehāniķa, ne pasažieru, nolēmu mēģināt viens pats veikt sarežģīto labošanu.

Benim için bir ölüm kalım savaşıydı bu. Yanımda çok çok bir haftalık içme suyu vardı.

Man tas nozīmēja dzīvot vai mirt. Dzeramā ūdens man pietika tikko astoņām dienām.

İlk gece, en yakın köyden bin mil uzakta, çölde uyudum. Okyanusun ortasında sal üstünde kalmış bir gemiciden daha yalnızdım.

Pirmajā vakarā iemigu uz smiltīm tūkstošiem jūdžu tālu no jebkuras apdzīvotas vietas. Es biju vēl vientuļāks par kuģa avārijā cietušu cilvēku uz plosta okeāna vidū.

Gün doğup da tuhaf, incecik bir sesle uyandığım zaman nasıl şaşırdığımı varın siz düşünün artık. Ses:

Tad nu jūs varat iedomāties manu pārsteigumu, kad rītausmā mani atmodināja kāda sīka, bērnišķīga balss. Tā teica:

“Lütfen,” diyordu, “bir koyun çizer misiniz?”

— Lūdzu… uzzīmē man jēriņu!

“Ne!”

— Hm!

“Bir koyun çiz bana.”

— Uzzīmē man jēriņu…

Beynimden vurulmuşçasına yerimden fırladım. Gözlerimi ovuşturdum iyice. Her yanı gözden geçirdim. Karşımda beni ciddi ciddi süzen, küçük, eşi görülmedik biri duruyordu.

Pielēcu kājās, kā zibens ķerts. Krietni izberzēju acis. Pavēros visapkārt un ieraudzīju pavisam neparastu mazu puisēnu, kas mani nopietni aplūkoja.

İşte sonradan başarabildiğim kadarıyla yaptığım portresini yan sayfada sunuyorum.

Lūk, viņa labākais portrets, kādu man vēlāk izdevās uzzīmēt.

Kuşkusuz, bizim resim sevimlilik yönünden modelinden kat kat aşağıdır. Ama bu benim suçum değil. Büyükler altı yaşımdayken resim sanatına karşı hevesimi kırmışlardı. Boa yılanlarının içten ve dıştan görünüşlerini saymazsak hiçbir şey çizmeyi öğrenmemiştim. İşte sonradan başarabildiğim kadarıyla yaptığım portresi.

Mans zīmējums, protams, nav tik valdzinošs kā pats oriģināls. Tā nav mana vaina. Drosmi uzsākt gleznotāja karjeru man laupīja pieaugušie, kad biju sešus gadus vecs, un, izņemot boa čūskas no ārpuses un iekšpuses, neko citu neesmu iemācījies zīmēt.

Gördüklerim karşısında gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Unutmayın ki en yakın köyden bin mil uzakta bulunuyordum. Bizim küçükse ne çölde yolunu şaşırmışa benziyordu ne de yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan ya da korkudan bayılacak gibiydi.

Un tā es raudzījos uz šo parādību izbrīnā plati ieplestām acīm. Neaizmirstiet, ka atrados tūkstošiem jūdžu tālu no jebkuras apdzīvotas vietas. Taču šis mazais puisēns nelikās nedz nomaldījies, nedz noguris līdz nāvei, neizskatījās arī, ka viņš mirtu nost no bada, slāpēm vai bailēm.

En yakın yerleşim merkezinden bin mil uzakta, çölün ortasında kalmış bir çocuk izlenimini de uyandırmıyordu hiç. Dilimi toparlayınca:

Nekas neliecināja, ka viņš būtu neapdzīvota tuksneša vidū nomaldījies bērns. Kad beidzot atguvu spēju runāt, es viņam jautāju:

“Peki,” dedim, “ne yapıyorsun burada?”

— Bet… ko tad tu še dari?

Alçak sesle ve çok önemli bir şey söylüyormuş gibi aynı sözleri tekrarladı:

Un viņš atkal man mierīgi palūdza, it kā runa būtu par kaut ko sevišķi svarīgu:

“Lütfen bir koyun çizer misin bana?”

— Lūdzu… uzzīmē man jēriņu…

Bir olaydaki gizlilik payı belirli düzeyi aştıktan sonra eliniz kolunuz bağlanır. İnanmayacaksınız ama en yakın köyden bin mil uzakta ve ölümle her an yüz yüze olduğum halde cebimden bir parça kâğıt ve bir dolmakalem çıkardım.

Kad noslēpums mūs pārāk satrauc, mēs neuzdrošināmies nepaklausīt. Kaut arī tūkstošiem jūdžu tālu no apdzīvotām vietām un nāves briesmās tas man šķita muļķīgi, es tomēr izņēmu no kabatas papīra lapu un pildspalvu.

Tam o sırada şimdiye kadar yalnız tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle uğraştığım aklıma geldi ve bizim küçüğe (biraz da üzülerek) resim yapmayı beceremediğimi söyledim.

Tad gan atcerējos, ka esmu mācījies gandrīz vienīgi ģeogrāfiju, vēsturi, rēķināšanu un gramatiku, un teicu mazliet īgni puisēnam, ka neprotu zīmēt. Viņš man atbildēja:

“Ne zararı var canım,” dedi, “bir koyun çiziver.”

— Tas nekas. Uzzīmē man jēriņu.

Aksi gibi şimdiye kadar hiç koyun resmi yapmamıştım. İster istemez sık sık yaptığım iki resimden birini çizdim. Yani boa yılanının dıştan görünüşünü. Ama bizimki:

Tā kā nekad nebiju zīmējis jēriņu, es uzmetu vienu no tiem diviem vienīgajiem zīmējumiem, ko pratu zīmēt, proti, neuzšķērsto čūsku ar ziloni vēderā. Biju ārkārtīgi pārsteigts, kad izdzirdu mazo puisēnu atbildam:

“Yoo! Yooo!” demesin mi, “Boanın içindeki bir fil istemiyorum. Boa çok tehlikeli bir yaratıktır. File gelince o da çok yer kaplar. Bizim oralarda her şey küçücüktür. Bir koyun istiyorum aslında. Bir koyun çizsene bana.”

— Nē! Nē! Es negribu ziloni čūskas vēderā. Čūska ir ļoti bīstama, un zilonis ir ļoti liels un neveikls. Manās mājās viss ir tik mazs. Man vajag jēriņu. Uzzīmē man jēriņu.

Çizdim koyunu.

Un es uzzīmēju.

Resmi iyice inceledi, sonra:

Uzmanīgi apskatījis zīmējumu, puisēns iebilda:

“Olmadı,” dedi, “bu daha şimdiden çok zayıf, hasta bir koyun. Bir tane daha çiz.”

— Nē! Šis jau ir galīgi slims. Uzzīmē citu.

Ben de bir tane daha çizdim.

Es uzzīmēju.

Dostum tatlı tatlı, hoşgörüyle gülümsedi:

Mans draugs mīļi un iecietīgi pasmaidīja:

“Sen de görüyorsun ya, bu koyun değil, bal gibi koç. Boynuzlarına baksana.”

— Vai tad tu neredzi… Tas nav viss jēriņš, bet auns. Viņam ir ragi…

Resmi yeniden çizdim

Es vēlreiz pārlaboju zīmējumu.

ama yine beğendirememiştim.

Taču puisēns to noraidīja tāpat kā visus iepriekšējos:

“Bu da çok yaşlı. Ben öyle bir koyun istiyorum ki uzun süre yaşasın.”

— Šis ir pārāk vecs. Es gribu jēriņu, kas ilgi dzīvotu.

Artık sabrım tükenmişti, üstelik uçağımın moturunu bir an önce sökmek istiyordum. Aşağıda gördüğünüz resmi karaladım.

Tad man pietrūka pacietības, un, tā kā steidzos izjaukt motoru, es uzmetu šādu zīmējumu:


Un ātrumā teicu:

“İstediğin koyun şu sandığın içinde,” diye kestirip attım.

— Šī te ir kaste. Jēriņš, ko tu vēlies, atrodas tur iekšā.

Küçük eleştirmenin yüzünün birden aydınlandığını görünce şaşırdım.

Bet cik ļoti biju pārsteigts, redzēdams, ka mana mazā kritiķa seja iemirdzas priekā:

“Tam da istediğim gibi oldu. Peki, bu koyun çok mu ot yer dersin?”

— Tieši tādu es vēlējos. Kā tev šķiet, vai šim jēriņam vajadzēs daudz zāles?

“Neden sordun?”

— Kādēļ?

“Bizim oralarda her şey çok küçüktür de…”

— Tādēļ, ka manās mājās viss ir ļoti mazs…

“Ona kadar ot bulunur canım,” dedim, “ben sana küçücük bir koyun verdim.”

— Droši vien pietiks. Es tev uzdāvināju pavisam mazu jēriņu.

Resmin üstüne eğildi.
“Küçük dedimse… Bak! Bak! Uyumuş.”

Viņš noliecās pār zīmējumu:
— Nav jau nemaz tik maziņš… Paskat! Viņš ir aizmidzis… 

İşte Küçük Prens’le dostluk kurmam böyle oldu.

Tā es iepazinos ar mazo princi.

III

III

Nereden geldiğini öğrenmem için uzun bir süre geçti. Bana durmadan sorular yağdıran Küçük Prens, benim sorduklarımı duymuyordu sanki.

Pagāja labs laiks, līdz sapratu, no kurienes viņš ieradies. Mazais princis apbēra mani ar jautājumiem, bet nekad nelikās dzirdam manējos.

Konuşurken gelişigüzel söylediklerinden yavaş yavaş anladım her şeyi. Sözgelimi uçağımı ilk gördüğünde (uçağımın resmini yapmayayım, çok karışıktır, altından kalkamam) şaşırmıştı.

Tikai nejauši izmesti vārdi pamazām man visu atklāja. Tā, piemēram, kad viņš pirmo reizi ieraudzīja manu lidmašīnu (es to nezīmēšu, jo šis zīmējums pārlieku komplicēts), viņš man jautāja:

“Bu da nesi?”

— Kas tas tāds?

“Uçar bu. Uçak. Benim uçağım.”

— Tas nav nekas tāds. Tā ir lidmašīna. Ar to lido. Tā ir mana lidmašīna.

Uçabildiğini öğrenmesinden övünç duymuştum.

Es lepojos, ka varēju viņam pastāstīt par saviem lidojumiem. Tad viņš iesaucās:

“Ne diyorsun,” diye haykırdı, “öyleyse gökten indin sen!”

— Kā! Tu nokriti no debesīm?

“Evet,” dedim başımı eğerek.

— Jā, — es kautri atteicu.

“İnanılır şey değil! Ne tuhaf!”

— Cik jocīgi…

Küçük Prens tatlı bir kahkaha atıverdi. Beni çileden çıkarmıştı bu. Talihsizliğimin ciddiye alınmasını isterim ben.

Un mazais princis sāka skaļi smieties, par ko ļoti saskaitos. Man gribas, lai arī manas neveiksmes uzklausītu nopietni. Pēc tam viņš piebilda:

“Demek sen de gökten geliyorsun,” diye ekledi. “Hangi gezegendensin bakalım?”

— Tātad arī tu nāc no debesīm! No kuras planētas tu esi?

Birdenbire varlığının gizemli karanlığında bir ışık yakaladım. Hemen sordum:

Tūlīt mazs gaismas stariņš apgaismoja viņa noslēpumaino ierašanos, un es tieši noprasīju:

“Yani sen başka bir gezegenden mi geliyorsun?”

— Tātad tu ieradies no kādas citas planētas?

Karşılık vermedi. Gözlerini uçağımdan ayırmadan usulca başını sallıyordu.

Bet viņš man neatbildēja. Viņš mierīgi šūpoja galvu, aplūkodams manu lidmašīnu:

“Bununla çok uzaktan gelmiş olamazsın zaten.”

— Ir jau tiesa, ka ar šitote tu nevari atbraukt no tālienes…

Ve uzun uzun düşlere daldı. Sonra cebinden benim koyunu çıkararak hazinesini incelemeye koyuldu.

Un krietnu brīdi viņš palika aizsapņojies. Pēc tam, izvilcis no kabatas manu jēriņu, viņš ilgi vēroja savu dārgumu.

Ağzından kaçırdığı “başka gezegenler” sözü beni nasıl meraklandırmıştı, düşünün artık. Bu konuda daha çok bilgi edinmek için var gücümle çalıştım.

Jūs varat iedomāties, kā mani satrauca šī pusatzīšanās par “citām planētām”. Es pūlējos uzzināt kaut ko vairāk:

“Küçük dost, nerelisin sen?” dedim. “Bizim oralar dediğin yer neresi? Koyunu nereye götürmek istiyorsun?”

— No kurienes tu nāc, manu zēn? Kur ir tavas mājas? Kurp tu gribi aizvest jēriņu?

Düşünceli bir sessizlikten sonra konuştu:

Pēc pārdomu pilna klusuma brīža viņš atbildēja:

“İyi ki sandığın içinde verdin onu. Geceleri orada yatar.”

— Ļoti labi, ka tu iedevi arī kastīti, naktī tā viņam noderēs par mājiņu.

“Doğru. Hem uslu durursan bir de ip veririm, koyununun boynuna takarsın. İpi bağlayasın diye bir de kazık veririm.”

— Protams. Ja tu būsi labs, es tev iedošu arī auklu, ar ko viņu piesiet pa dienu. Un mietiņu arī.

Küçük Prens söylediklerime şaşmıştı:

Mans priekšlikums, kā šķita, aizvainoja mazo princi.

“Bağlamak mı? Amma da saçma!”

— Piesiet? Kas par muļķīgu iedomu!

“Ama bağlamazsan çıkar gider, kaybolur.”

— Ja tu viņu nepiesiesi, viņš aizies kaut kur prom un noklīdīs…

Dostum bir kahkaha daha attı:

Mans draugs sāka sirsnīgi smieties:

“Nereye gidebilir?”

— Bet kur tad lai viņš iet!

“Nereye olursa. Gözünün alabildiğine.”

— Vienalga, kur. Taisni uz priekšu…

Küçük Prens ciddi bir sesle:

Tad mazais princis nopietni pateica:

“Zararı yok,” dedi, “bizim orada her şey öyle küçüktür ki!”

Tas nekas, manās mājās jau viss ir tik mazs!

Sonra, belki biraz da üzüntüyle, ekledi:

Tad mazliet skumji piemetināja:

“Gözünün alabildiğine de gitsen pek uzaklaşmış olmazsın bizim orada.”

— Taisni uz priekšu jau nevar nekur tālu aiziet…