Turecko-koreańska dwujęzyczna książka
Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisiyle.
송태효 옮김.
LÉON WERTH IÇIN
레옹 베르트에게
Bu kitabı, koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa’da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister.
이 책을 어떤 어른에게 바친 데 대해 아이 들에게 용서를 빈다. 내게는 그럴만 한 각별한 사정이 있다. 이 어른이야말로 세상에서 나와 가장 친한 친구이기 때문이다. 또 다른 사정이 있다. 이 어른은 모든 것을, 심지어 아동 도서 도 이해할 수 있다. 세 번째 사정은 이렇다. 이 어른이 지금 프랑스에서 굶주린 채 추위에 떨며 살고 있다는 것이다. 이 어른을 위로해 주어야 한다.
Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum:
이 모든 사정도 성에 차지 않는 다면 어린 시절의 그에게 이 책을 바치겠노라. 어른들도 한때는 모두 어린아이였으니까. (하 기야 이 사실을 기억하는 어른은 거의 없지만 말이 다.) 그래서 헌사를 이렇게 수정하노라.
ÇOCUKLUK GÜNLERINDEKI LÉON WERTH IÇIN
어린아이 시절의 레옹 베르트에게
I
Ⅰ
Altı yaşındayken bir gün, balta girmemiş ormanlar üstüne yazılmış “Yaşanmış Öyküler” adlı bir kitapta müthiş bir resim görmüştüm. Bir hayvanı yutmakta olan bir boa yılanını gösteriyordu. Resmin kopyası işte yukarıda.
여섯 살 시절 나는 『모험기』라는 제목의 원시림 이야기책 에서 멋진 그림 하나를 본 적이 있다. 맹수를 삼키는 보아 뱀 그림이었다. 위의 그림은 그걸 옮겨 그려 본 것이다.
Kitapta şöyle deniyordu: “Boa yılanları avlarını çiğnemeden olduğu gibi yutuverirler. Sonra da yerlerinden kımıldayamaz, sindirimleri için gerekli altı ayı uyumakla geçirirler.”
그 책에는 이렇게 쓰여 있었다. “보아 뱀은 먹이를 씹지도 않고 통째로 삼킨다. 그러고는 꼼짝달싹 못 한 채 먹이가 소 화될 때까지 여섯 달 동안 잠만 잔다.”
Orman serüvenleri üstüne derin derin düşünmeye başladım. Biraz uğraştıktan sonra ben de renkli bir kalemle ilk resmimi yapmayı başardım. Resim No. — 1. Aşağıdaki gibiydi:
그래서 정글 속 모험에 대해 곰곰이 생각해 보았다. 그러 고는 혼자서 색연필로 내 생애 첫 번째 그림을 그려 내는 쾌 거를 이루었다. 내 그림 1호는 이러했다.
Yapıtımı büyüklere göstererek resimden korktular mı diye sordum.
이 걸작을 어른들에게 보여 주고 그림이 무섭지 않은지 물 었다.
Dediler ki, “Şapkadan da korkulur mu hiç?”
어른들은 “모자가 뭐가 무서운데?”라고 답했다.
Oysa ben şapka değil, bir fili sindirmekte olan bir boa yılanı çizmiştim. Büyükler anlayabilsin diye bu kez ikinci bir resimde boğa yılanının içini de çizdim. Büyüklere bir şeyi açıklamazsanız olmaz. Resim No. — 2 şöyle oldu:
내 그림은 모자를 그린 게 아니었다. 코끼리를 소화하는 보아 뱀 그림이었다. 그래서 나는 어른들이 알아볼 수 있도 록 보아 뱀 속을 그렸다. 어른들에게는 언제나 설명이 필요 한 법이다. 나의 그림 2호는 이러했다.
Büyükler boa yılanlarını içten ve dıştan gösteren resimleri bir yana bırakıp tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle ilgilenmemi öğütlediler. Böylelikle daha altı yaşımda, bana parlak bir gelecek sunan resim sanatından vazgeçtim.
어른들은 속이 보이거나 보이지 않거나 보아 뱀 그림 따위 는 집어치우고 차라리 지리와 역사와 산수와 문법에 관심을 가지라고 충고했다. 이런 연유로 그만 나는 나이 여섯에 화 가라는 멋진 직업을 포기해 버렸다.
Resim No. — 1 ve Resim No. — 2’nin uğradığı başarısızlık hevesimi kırmıştı. Büyükler hiçbir şeyi tek başlarına anlayamıyorlar, onlara durmadan açıklamalar yapmak da çocuklar için sıkıcı oluyor doğrusu.
내 그림 1호와 그림 2호 의 실패로 그만 기가 꺾인 탓이다. 어른들 스스로는 아무것 도 이해할 수 없다. 그럴 때마다 설명을 해 주어야 하니 어린 아이들로서는 피곤한 일이다.
Başka bir iş tutmalıydım, pilotluğa merak sardım. Dünyanın her yerinde biraz uçuş yaptım. Coğrafyanın da bana yararı olmadı değil.
그렇게 나는 다른 직업을 택해야 했기에 비행기 모는 법을 배웠다. 거의 안 가 본 데 없이 세계 곳곳을 날아다녔다. 지 리 공부는 진정 내게 큰 도움이 되었다.
Bir bakışta Çin midir, Arizona mıdır ayırt edebilirim. Gece yolunu şaşırınca bu konudaki bilgisi insana destek oluyor.
한눈에 중국과 애리 조나를 구별할 줄 알았다. 야간 비행에서 길을 잃고 헤맬 때 지리는 정말 쓸모 있는 법이다.
Hayatım boyunca bir sürü önemli kişiyle bir sürü ilişkim oldu. Büyükler arasında bir sürü yıl geçirdim. Çok yakından tanıdım onları. Yine de ilk görüşlerim pek değişmedi.
이렇게 일생을 살아오는 동안 나는 수많은 진지한 사람들 과 수많은 만남을 가졌다. 어른들 세계에서 많이 살았다는 얘기다. 나는 그들을 매우 가까이서 살펴볼 수 있었다. 그렇 다고 어른들에 대한 견해가 그다지 나아진 것도 아니다.
Zekâsı azıcık parlak görünen birine rastladığımda yanımdan eksik etmediğim Resim No. — 1’i çıkarıyor, deneyimi uyguluyordum. Gerçekten kavrayışlı biri mi değil mi anlamaya çalışıyordum.
어른들 가운데 어느 정도 명석해 보이는 사람을 만나면 늘 지니고 다니던 내 그림 1호로 시험해 보았다. 그가 정말 혜 안을 지녔는지 알고 싶었다.
Ama hepsinin verdiği karşılık birdi: “Şapka.”
하지만 언제나 돌아온 답은 ‘어, 모자잖아’였다.
Tabii ben de artık onlara ne boa yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan söz açıyordum. Onların düzeyine iniyordum. Briç, diyordum, golf, politika, kıravat mıravat. Onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı.
그러면 나는 보아 뱀 이야기도, 원시림 이야 기도, 별 이야기도 꺼내지 않았다. 그 수준에 맞게 말을 꺼냈 다. 트럼프, 골프, 정치, 넥타이 이야기 말이다. 그러면 어른 들은 상당히 괜찮은 사람을 알게 되었다고 무척 만족스러워 했다…
II
Ⅱ
İşte böyle, altı yıl önce, Büyük Çöl üstünde uçağım kazaya uğrayana kadar, içimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım.
나는 이렇게 진심어린 대화를 나눌 사람 하나 없이 고독하 게 살았다. 육 년 전 사하라 사막에서 비행기가 고장을 일으 킬 때까지도.
Motorumun bir parçası kırılmıştı. Uçakta ne makinist ne de yolcu bulunduğundan bu güç onarım işinin üstesinden tek başıma gelmeye hazırlandım.
엔진 내부 어딘가가 파손되어 기사도 승객도 없 이 혼자서 어려운 수리에 나선 참이었다.
Benim için bir ölüm kalım savaşıydı bu. Yanımda çok çok bir haftalık içme suyu vardı.
나로서는 사활이 걸 린 문제였다. 물도 겨우 일주일 치밖에 남아 있지 않았다.
İlk gece, en yakın köyden bin mil uzakta, çölde uyudum. Okyanusun ortasında sal üstünde kalmış bir gemiciden daha yalnızdım.
첫날밤은 사람 사는 마을에서 수천 마일 떨어진 모래 위에 서 수면을 취했다. 대양 한가운데 난파당해 표류하는 뗏목 위의 표류자보다 훨씬 더 외로웠다.
Gün doğup da tuhaf, incecik bir sesle uyandığım zaman nasıl şaşırdığımı varın siz düşünün artık. Ses:
그러니 동틀 무렵 이상 야릇한 꼬마목소리에 깨어난 내가 얼마나 놀랐을지 상상해 보라. 그 목소리는 이렇게 말했다.
“Lütfen,” diyordu, “bir koyun çizer misiniz?”
“저…양 한 마리만 그려 줘!”
“Ne!”
“뭐라고?”
“Bir koyun çiz bana.”
“양 한 마리 그려 달라니까…”
Beynimden vurulmuşçasına yerimden fırladım. Gözlerimi ovuşturdum iyice. Her yanı gözden geçirdim. Karşımda beni ciddi ciddi süzen, küçük, eşi görülmedik biri duruyordu.
벼락이라도 맞은 듯 나는 소스라쳐 일어났다. 열심히 눈을 비비고 주위를 조심스럽게 둘러보았다. 그랬더니 정말 범상 치 않은 모습의 어떤 어린 녀석이 나를 뚫어지게 바라보고 있는 것이 아닌가.
İşte sonradan başarabildiğim kadarıyla yaptığım portresini yan sayfada sunuyorum.
이 그림은 내가 나중에 그려낸 그의 초상 화 가운데 가장 잘된 초상화다.
Kuşkusuz, bizim resim sevimlilik yönünden modelinden kat kat aşağıdır. Ama bu benim suçum değil. Büyükler altı yaşımdayken resim sanatına karşı hevesimi kırmışlardı. Boa yılanlarının içten ve dıştan görünüşlerini saymazsak hiçbir şey çizmeyi öğrenmemiştim. İşte sonradan başarabildiğim kadarıyla yaptığım portresi.
그러나 당연히 내 그림은 모 델보다 훨씬 덜 매력적이다. 그것은 내 잘못이 아니다. 여섯 살 때 어른들 때문에 기가 꺾여 화가로서의 내 직업에서 멀 어져 속이 보이거나 보이지 않는 보아 뱀 말고는 그림 공부 를 해본 적이 없으니까.
Gördüklerim karşısında gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Unutmayın ki en yakın köyden bin mil uzakta bulunuyordum. Bizim küçükse ne çölde yolunu şaşırmışa benziyordu ne de yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan ya da korkudan bayılacak gibiydi.
그래서 나는 깜짝 놀라 두 눈을 부릅뜨고 유령처럼 출현한 그 모습을 바라보았다. 사람 사는 마을에서 수천 마일 떨어 진 곳에 내가 있었다는 사실을 상기하시라. 그런데 녀석은 길을 잃었다거나, 피곤함에 시달리거나, 굶주림에 시달리거 나, 목마름에 시달리거나, 두려움에 시달린 것 같지도 않았 다.
En yakın yerleşim merkezinden bin mil uzakta, çölün ortasında kalmış bir çocuk izlenimini de uyandırmıyordu hiç. Dilimi toparlayınca:
사람 사는 마을에서 수천 마일 떨어진 사막 한가운데에 서 길을 잃은 기색이라곤 전혀 없었으니까. 마침내 겨우 입 을 열어 그에게 말을 건넸다.
“Peki,” dedim, “ne yapıyorsun burada?”
“그런데…여기서 뭐 하니?”
Alçak sesle ve çok önemli bir şey söylüyormuş gibi aynı sözleri tekrarladı:
그러자 그는 매우 진지한 이야기라도 하듯이 아주 천천히 같은 말을 되풀이했다.
“Lütfen bir koyun çizer misin bana?”
“아저씨…양 한 마리만 그려 줘…”
Bir olaydaki gizlilik payı belirli düzeyi aştıktan sonra eliniz kolunuz bağlanır. İnanmayacaksınız ama en yakın köyden bin mil uzakta ve ölümle her an yüz yüze olduğum halde cebimden bir parça kâğıt ve bir dolmakalem çıkardım.
신비로움이 너무 강렬하면 순순히 따르게 마련이다. 사람 사는 마을에서 수천 마일 떨어진 곳에서 죽음과 대면한 처지 치고는 영 터무니없는 일처럼 여겨졌지만 나는 주머니에서 종이 한 장과 만년필을 꺼냈다.
Tam o sırada şimdiye kadar yalnız tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle uğraştığım aklıma geldi ve bizim küçüğe (biraz da üzülerek) resim yapmayı beceremediğimi söyledim.
그러나 내가 특별히 공부한 것이라곤 지리, 역사, 산수, 문법이라는 생각이 들자 (조금은 기분이 언짢아져) 그림을 그릴 줄 모른다고 녀석에게 털어놨 다. 그는 대답했다.
“Ne zararı var canım,” dedi, “bir koyun çiziver.”
“상관없어. 양 한 마리만 그려 줘.”
Aksi gibi şimdiye kadar hiç koyun resmi yapmamıştım. İster istemez sık sık yaptığım iki resimden birini çizdim. Yani boa yılanının dıştan görünüşünü. Ama bizimki:
한 번도 양을 그려 본 적이 없었으므로 나는 그를 위해 내 가 그릴 수 있는 유일한 두 그림 가운데 하나를 다시 그려 주 었다. 속이 보이지 않는 보아 뱀 그림을 말이다.
“Yoo! Yooo!” demesin mi, “Boanın içindeki bir fil istemiyorum. Boa çok tehlikeli bir yaratıktır. File gelince o da çok yer kaplar. Bizim oralarda her şey küçücüktür. Bir koyun istiyorum aslında. Bir koyun çizsene bana.”
그러자 녀석은, “아니, 아니, 보아 뱀 속 코끼리는 싫어. 보아 뱀은 무지 위험해. 그리고 코끼리는 아주 거추장스럽 고. 내 사는 곳은 아주 좁아. 난 양이 필요해. 양을 그려 줘!” 라고 답하는 것이었다.
Çizdim koyunu.
그래서 나는 그렸다.
Resmi iyice inceledi, sonra:
조심스럽게 살피더니 녀석은 이렇게 말했다.
“Olmadı,” dedi, “bu daha şimdiden çok zayıf, hasta bir koyun. Bir tane daha çiz.”
“안 돼! 이건 벌써 병 이 심한데. 다시 하나 그려 줘.”
Ben de bir tane daha çizdim.
나는 또 그렸다.
Dostum tatlı tatlı, hoşgörüyle gülümsedi:
내 친구는 너그럽고 상 냥하게 미소 지었다.
“Sen de görüyorsun ya, bu koyun değil, bal gibi koç. Boynuzlarına baksana.”
“봐… 이건 양이 아니라 숫양인 걸. 뿔이 달렸잖 아…”
Resmi yeniden çizdim
그래서 또다시 그렸다.
ama yine beğendirememiştim.
그러나 그것도 앞의 그림들 처럼 퇴짜를 놓는 것이 아닌가.
“Bu da çok yaşlı. Ben öyle bir koyun istiyorum ki uzun süre yaşasın.”
“이건 너무 늙었어. 난 오래 살 수 있는 양이 필요해.”
Artık sabrım tükenmişti, üstelik uçağımın moturunu bir an önce sökmek istiyordum. Aşağıda gördüğünüz resmi karaladım.
나는 서둘러 엔진을 분해해 야 했기에 그만 참지 못하고 여기 있는 이 그림을 대충 끼적 거려 주고는 한마디 툭 던졌다.
“İstediğin koyun şu sandığın içinde,” diye kestirip attım.
“이건 상자야. 네가 원하는 양은 상자 안에 있어.”
Küçük eleştirmenin yüzünün birden aydınlandığını görünce şaşırdım.
그 러 자 내 어린 심사위원 의 얼굴이 환 히 밝 아 지 는 걸 보고 새삼 놀 라 지 않 을 수 없었다.
“Tam da istediğim gibi oldu. Peki, bu koyun çok mu ot yer dersin?”
“이게 바로 내가 원하던 거야! 이 양에게 풀을 많이 챙겨 줘야 하나?”
“Neden sordun?”
“왜?”
“Bizim oralarda her şey çok küçüktür de…”
“우리 집은 아주 작거든…”
“Ona kadar ot bulunur canım,” dedim, “ben sana küçücük bir koyun verdim.”
“틀림없이 충분할 거다. 네게 준 건 아주 작은 양이니까.”
Resmin üstüne eğildi.
“Küçük dedimse… Bak! Bak! Uyumuş.”
그는 그림을 향해 고개를 숙였다.
“그다지 작지도 않은걸… 어라! 잠들었네…”
İşte Küçük Prens’le dostluk kurmam böyle oldu.
이렇게 어린왕자를 알게 되었다.
III
Ⅲ
Nereden geldiğini öğrenmem için uzun bir süre geçti. Bana durmadan sorular yağdıran Küçük Prens, benim sorduklarımı duymuyordu sanki.
한참이 지나서야 그가 어디서 왔는지 알게 되었다. 어린 왕자는 내게 많은 질문을 던졌지만 정작 내 질문에는 귀 기 울이지 않는 것 같았다.
Konuşurken gelişigüzel söylediklerinden yavaş yavaş anladım her şeyi. Sözgelimi uçağımı ilk gördüğünde (uçağımın resmini yapmayayım, çok karışıktır, altından kalkamam) şaşırmıştı.
우연히 그의 입에서 나온 말들 덕분 에 점차 모든 것이 밝혀졌다. 가령, 내 비행기를 처음으로 본 그는(내 비행기는 그리지 않으련다. 그것은 나에게는 너무도 복잡한 그림이니까) 내게 이렇게 물어 왔다.
“Bu da nesi?”
“이 물건은 뭐야?”
“Uçar bu. Uçak. Benim uçağım.”
“이건 예사 물건이 아니야. 날아다니거든. 비행기지. 내 비행기란다.”
Uçabildiğini öğrenmesinden övünç duymuştum.
그리고 내가 날아다닌다는 것을 그에게 가르쳐 주자 우쭐 해졌다. 그러자 그가 소리쳤다.
“Ne diyorsun,” diye haykırdı, “öyleyse gökten indin sen!”
“뭐, 하늘에서 떨어졌단 말이지?”
“Evet,” dedim başımı eğerek.
“그럼.” 하고 나는 겸손하게 답했다.
“İnanılır şey değil! Ne tuhaf!”
“아! 거참 재미있네…”
Küçük Prens tatlı bir kahkaha atıverdi. Beni çileden çıkarmıştı bu. Talihsizliğimin ciddiye alınmasını isterim ben.
그러면서 어린 왕자는 매우 멋지게 웃음을 터뜨렸는데 내 기분은 몹시 언짢았다. 다른 사람들이 내 불행을 심각하게 받 아주기를 기대하기 때문이다. 그러면서 그는 말을 계속했다.
“Demek sen de gökten geliyorsun,” diye ekledi. “Hangi gezegendensin bakalım?”
“그럼 아저씨도 하늘에서 온 거네! 어느 별인데?”
Birdenbire varlığının gizemli karanlığında bir ışık yakaladım. Hemen sordum:
나는 곧바로 수수께끼 같은 그 존재 속에 한 줄기 서광처 럼 무언가 실마리가 잡히는 것 같아 불쑥 물어보았다.
“Yani sen başka bir gezegenden mi geliyorsun?”
“그러니까 다른 별에서 왔다 이거지?”
Karşılık vermedi. Gözlerini uçağımdan ayırmadan usulca başını sallıyordu.
그러나 그는 대답하지 않았다. 내 비행기만 바라보며 살며 시 고개를 끄덕였다.
“Bununla çok uzaktan gelmiş olamazsın zaten.”
“하기야 이걸로는 그렇게 멀리서 올 수도 없었겠네…”
Ve uzun uzun düşlere daldı. Sonra cebinden benim koyunu çıkararak hazinesini incelemeye koyuldu.
그러고는 한참 동안 깊이 몽상에 잠겼다. 그러고는 주머니 에서 내가 그려 준 양을 꺼내서는 그 보물을 들여다보며 생 각에 잠겼다.
Ağzından kaçırdığı “başka gezegenler” sözü beni nasıl meraklandırmıştı, düşünün artık. Bu konuda daha çok bilgi edinmek için var gücümle çalıştım.
‘다른 별들’에 관한 알 듯 말 듯 한 이야기에 얼마나 호기심이 발동했을지 상상해 보라. 그래서 애써 좀 더 알아보고자 했다.
“Küçük dost, nerelisin sen?” dedim. “Bizim oralar dediğin yer neresi? Koyunu nereye götürmek istiyorsun?”
“꼬마야, 넌 어디서 왔니? ‘네 집’이라니 그게 어딘데? 내 양은 어디로 데려간단 말이니?”
Düşünceli bir sessizlikten sonra konuştu:
그는 말없이 생각에 잠기더니 내게 대답했다.
“İyi ki sandığın içinde verdin onu. Geceleri orada yatar.”
“아저씨가 준 상자가 밤에는 집이 될 테니 잘 됐지 뭐야.”
“Doğru. Hem uslu durursan bir de ip veririm, koyununun boynuna takarsın. İpi bağlayasın diye bir de kazık veririm.”
“그렇고말고, 그리고 얌전하게 굴면, 낮 동안 양을 묶어 놓게 줄을 주마. 그리고 말뚝도.”
Küçük Prens söylediklerime şaşmıştı:
그 제안에 어린 왕자는 황당해했다.
“Bağlamak mı? Amma da saçma!”
“양을 묶어 놔? 참 희한한 생각이네.”
“Ama bağlamazsan çıkar gider, kaybolur.”
“하지만 묶어 놓지 않으면 아무 데로나 가서 길을 잃을지 도 몰라.”
Dostum bir kahkaha daha attı:
그러자 내 친구는 다시 웃음을 터뜨렸다.
“Nereye gidebilir?”
“어디로 간다는 거야?”
“Nereye olursa. Gözünün alabildiğine.”
“어디든지 곧장 앞으로…”
Küçük Prens ciddi bir sesle:
그랬더니 어린 왕자는 진지한 빛으로 말했다.
“Zararı yok,” dedi, “bizim orada her şey öyle küçüktür ki!”
“상관없어. 우리 집은 아주 작으니까!”
Sonra, belki biraz da üzüntüyle, ekledi:
그러고는 약간은 우수를 머금은 채 말을 이었다.
“Gözünün alabildiğine de gitsen pek uzaklaşmış olmazsın bizim orada.”
“곧장 가 봐야 그렇게 멀리 가지도 못해…”
Reklama